10 Ağustos 2011 Çarşamba

Kulenin Hanımı IX

Ayça ve Deniz kısa sürede ayrılmaz bir ikili oldular. Sanki hiçbir yetişkine ihtiyaçları yokmuş gibi yaşıyorlardı. Ayça'nın babası çoğu zaman evde değildi. Sevgi Anne'yi ise sadece yemek yemek ve uyumak için eve geldiklerinde görüyorlardı. Onun dışındaki bütün vakitleri ya bahçede kedilerle ya da teknede yunuslarla geçiyordu.

Deniz hayvanlarla, bitkilerle, hatta hastalıklarla bile konuşabiliyor, onlara istediklerini yaptırabiliyordu. Tüm dünya onun sözünü dinliyor gibiydi. Ayça, Deniz'in yapabildikleri karşısında büyüleniyordu. Onun gibi bir kardeşi olmasından dolayı çok mutluydu. Onun yanında kendini güvende ve huzurlu hissediyordu. Sanki gerçek ailesi Amerika'ya kaçan annesi ve eve hiç uğramayan babası değil de Deniz ve Sevgi'ydi.

Sevgi Anne'nin evde olmadığı bir gün, bahçede kedilerle oynarlarken tepelerindeki ağacın dallarından bir çatırtı koptu ve yaşıtlarıymış gibi görünen bir oğlan çocuğu çığlık çığlığa ağaçtan düştü. Çocuk yere çarptığı anda bir ölü gibi sustu. Saniyeler içinde başının etrafında bir kan gölü oluşmuştu. Yanına çömelip onu hafifçe sarstılar. Çocuk hiç kıpırdamıyordu. Başının etrafındaki kan gölü hızla büyüyordu. Ayça ağlamaya başladı. Deniz parmağını dudaklarına götürüp ona "Sus!" işareti yaptı. Ayça'nın gözlerinin içine bakarak "Şimdi yapacaklarımı hiç ama hiç kimseye söylemeyeceğine yemin et." dedi. Ayça burnunu çekerek başını salladı ve "Yemin ederim" diye miyavladı.

Deniz çocuğun başına dokundu. Kendi kendine bir şeyler mırıldandı. Sonra ellerini yerdeki kan birikintisine daldırdı ve bir şeyler daha mırıldandı. Sonra çocuğu ters çevirdi. Gömleğini sıyırıp belinin üzerine kana bulanmış parmağıyla bir işaret çizdi. Çocuğun kollarına ve bacaklarına da kan ile bir takım semboller çizdikten sonra başının arkasındaki eziğe ağzını dayadı ve Ayça'nın anlamadığı bir dilde yüksek sesle bir şeyler daha söyledi. Delikten akan kan bir anda kesildi.

Sonra Deniz, kendisini şaşkınlıkla izlemekte olan Ayça'ya döndü "Şu kedilerin mama tabağını al, iskeleye koş ve onu suyla doldurup geri getir." Ayça şoktan çıkıp kendine söyleneni yaptı. Deniz, cebinden çıkardığı bir mendili deniz suyu ile ıslattı ve çocuğun bedenine çizdiği sembolleri sildi. Kalan su ile de oğlanın başını yıkadı. Sonra onu kollarının arasına aldı ve kulağına "Artık uyanabilirsin" diye fısıldadı. Çocuk yavaşça gözlerini açtı.

Ayça'nın şaşkınlıktan adeta dili tutulmuştu. Deniz ise soğukkanlılıkla çocuğa sordu: -Sen kimsin? Ayça'nın ağacında ne işin var?
-Ben Bora'yım. Yan tarafta oturuyoruz. Ayça'nın ağacı olduğunu bilmiyordum. Sizin için ceviz topluyordum. Neden ıslandım?
-Çünkü düşerken o kadar korktun ki altına yaptın.
Ayça Deniz'in bu lafı üzerine gülmeye başladı. Bora bozulmuştu:
-Hayır altıma yapmadım. Ben altıma yapmayacak kadar büyüğüm. Tam sekiz yaşındayım.
-Şaka şaka! Ağaçtan düştün. Her yerin kan oldu. Biz de seni yıkadık.
-Nerem kanamış?
-Başın kanıyordu. Ama artık geçti. Ben seni iyileştirdim.

Bora üstüne başına baktı. gerçekten kan içindeydi. Ama ne başında ne vücudunda herhangi bir yara vardı. Olanlara anlam veremedi. Deniz ona eve gitmesini, ertesi gün isterse oynamaya gelebileceğini söyledi. O günden sonra yaşamlarının hemen her gününü beraber geçirdiler.

Ta ki Deniz bu dünyadan göçene kadar...

1 yorum:

  1. Anaaaa bora ölümden dönmüş küçükkene :D ayrıca bu deniz nasıl bir çocuk öyle yahu? tırstım yani :)

    YanıtlaSil