Bora kapıyı yumruklarken aklında tek bir şey vardı: Bir yıl önce Ayça'nın evine gittiği o lanetli gece. Her zamanki gibi habersiz gitmişti. Tam kapıya geldiğinde çarpılmışa dönmüştü. Ayça'nın evinin kapısı ardına kadar açıktı. Sehpanın üzerindeki telefonun ahizesi yerde duruyordu. Ayça'ya seslendi, yanıt alamadı. Tüm odaları gezdi. Evde kimse yoktu. Hırsız girmiş olabileceğinden kuşkulandı ama görünürde kayıp bir eşya yoktu. Ahizeyi yerine koyup saatlerce Ayça'yı bekledi. Ah olanları bir tahmin edebilseydi, ipuçlarını doğru birleştirseydi belki de o felaketleri hiçbiri başlarına gelmezdi.
Bora, Ayça'nın evinde meraktan kıvranırken en sonunda dayanamayıp insanları aramaya karar verdi. Önce Deniz'i aradı. Cevap yoktu. Sonra Ayça'nın -yeni- üvey annesi Sevilay'ı aradı. Yine cevap yoktu. Son bir umutla Ayça'nın dünya yok olmadan önce aramayacağını bildiği babasını aradı: "Şehir dışındayım Bora'cım. Ayça da yanımda değil. Bilirsin arayıp sormaz da..." Bora telefonu adamın suratına kapattı ve öylece kaldı.
Geçen sene bu zamanlardı. Bora Ayça'nın evinde bekledi...bekledi. Gece oldu, telefon bir kez bile çalmadı. Ayça eve dönmedi. Bora kanepeye uzandı ve kabus dolu uykusu ne zaman bölünse Ayça'yı başucunda bulacağını umdu. Bulamadı. Rahatsız uykusunun bir yerinde bir düş gördü: Fethiye...Ayça ve Deniz...ucu bucağı olmayan bir turkuaz...Deniz düşünde onu çağırıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder