8 Ekim 2011 Cumartesi

İkiz Alev IV

Bu hem ruhsal hem bedensel birleşmenin ardından Ayça ve Bora derin bir uykuya daldılar ve bir rüyayı paylaştılar. Rüyalarında meleklerin koruduğu bir bahçede birbirlerine, ayrı geçirdikleri yaşamların öykülerini anlattılar. Bu yaşamda onları bir araya getiren Tanrı'ya şükranlarını sundular.

...

Meryem ve Onur, salondaki büyük masada sessizce yemek yiyorlardı. Onur'un merakı sessizliği bozdu:
-Bugün Bora'yı hiç görmedim. Ayçayı da. Bir yere mi gittiler?

Meryem gülümsedi:
-Onları uzun bir süre daha göremeyeceğiz.

-Nasıl yani?

-Aşık oldular.

Onur şaşırmıştı. Meryem'in söylediğini apaçık duymuş olmasına rağmen 32 dişini birden gösteren geniş gülümsemesi ile sordu:
-Ne oldular?

-Sence de birbirleri için yaratılmamışlar mı?

-Kesinlikle öyle ama hangi dağda kurt öldü de bunu kabullendiler? Ben en az bir yıllarını alır diye düşünüyordum.

-Onları bu konuda azcık itekleyerek olaylara hız kazandırdığımı itiraf etmeliyim.

-Ne yaptın?

-Onlara ikiz alev'den bahsettim ve geri kalanını keşfetmeleri için onları bol bol teşvik ettim.

-Peki şimdi ne olacak, Meryem?

-Gerçekten bilmiyorum. Bunu zaman açığa çıkaracak.

-Ben senin iç sesini merak ediyorum.

-İç sesim bana önümüzdeki günlerde güçlü olmamız ve sağlam durmamız gerekeceğini söylüyor, hepsi bu.

6 Ekim 2011 Perşembe

İkiz Alev III

Ayça, Öykü ve Aşkın'ın avludaki Yoga seansını büyülenmiş gözlerle seyrediyordu. İkisinin de gözleri kapalı olmasına rağmen ve hiç konuşup işaretleşmedikleri halde böyle bir eşzamanlılıkla hareket edebiliyor olmalarına hayret ediyordu. Yüz ifadeleri rahat ve mutluydu. Seansın sonunda birbirlerine sevgiyle sarılmalarını izledi. İstemsiz bir şekilde gülümsediğini fark etti.

Ruhunda, daha önce var olduğunu bilmediği bir alana bir kapı açıldığını hissetti. Tüm hayret, şaşkınlık, büyülenmişlik hislerinin ve tüm düşüncelerin ötesinde bir yerde "ikiz alev" konusuna dair derin bir anlayışa vakıf olduğunu anladı.

Üzerindeki pijamalarla Bora'nın odasına gitti. Kapıyı çaldı. İçeriden ses gelmediği halde kapıyı açıp ve odaya girdi. Bora hafif uykusundan uyanıp miskin miskin gözlerini açtı. Ayça'yı görünce şaşırmadı. Kenara çekilip ona yer açtı. Ayça usulca yatağa girdi. Birbirlerine sarıldılar. Birbirlerinin kokusunu doya doya içlerine çektiler.

Bora Ayça'nın kulağına fısıldadı:
-Rüyamda seni görüyordum. Bana ikiz alevin ne olduğunu anlatıyordun.

Ayça gülümsedi:
-Aslında az önce ikiz alevin ne olduğunu kendime anlatıyordum. Yani sana da anlatıyordum. Çünkü sen bensin ve ben de senim.

Bora Ayça'nın alnına bir öpücük kondurdu:
-Uzun zamandır sürgündeymişim ve bugün sürgün bitmiş, EV'e dönmüşüm gibi hissediyorum.

-Ben de.

Bir süre sonra fısıltılar öpücüklere dönüştü ve iki eş ruh, her anında şefkatin ifade bulduğu ilahi bir birleşme yaşadılar. Bedenler de bu birleşmeye sonsuz haz ile iştirak etti.

İkiz Alev II

Ayça gün doğumu ile birlikte, az uyumuş ama dinlenmiş bir şekilde yataktan kalktı. Kalın perdenin arasından süzülen portakal rengi ışığa sevdalanıp avluya bakan pencereye gitti, perdeyi açtı, taze ışık huzmelerinin odayı doldurmasına izin verdi. Avludaki Venüs heykelli fıskiyenin yanında Öykü ve Aşkın Yoga yapıyorlardı. Onları izlerken muhteşem bir ana tanık oluyormuş gibi bir hisse kapıldı. Güneşin ilk ışınlarının yaprakların üzerinde parladığı harika bir bahçede, daha önce görmediği deneyimlemediği bir uyum ve keyif ile hareket eden iki muhteşem ruha bakıyordu. Öykü ve Aşkın, öyle dingin bir duruşun içindeydiler ki iç huzurları, bedenlerini aşıp dışarı taşıyor, hatta duvarların ötesine geçip Ayça'ya kadar ulaşıyordu. Aynı anda büyük bir keyif ve rahatlıkla yavaşça duruşlarını değiştiriyorlar, fakat o huzur hissi hep aynı kalıyordu.

Ayça onları izlerken adeta mest olmuştu.

10 Eylül 2011 Cumartesi

İkiz Alev

Meryem odadan çıkarken Bora arkasından "Nasıl yani?" diye bağırdı. Fakat bu retorik sorusuna herhangi bir cevap alamadı. O sırada konunun çok dışındaymış, söylenenleri anlamamış gibi parmağındaki ojelere bakmakta olan Ayça'dan yana dönemedi bile. Neden sonra üzerlerindeki sözde baskıdan kurtulmuşlar gibi hissettikleri bir anda Ayça'ya: "Ben bu kızın söylediklerinin yarısını anlamadım" dedi utanıp sıkılarak.
Ayça konunun ikiz alev'e gelmesinden korktuğu için azcık gergin bir sesle "Nesini anlamadın?" diye sordu. "Tekamül mesela. Ne demek o?" Ayça derin bir nefes aldı. Konuyu ikisinin de konuşmaya hazır olmadığı yerlerden uzak tuttuğu için Bora'ya minnet duydu.

- Tekamül sanırım evrim gibi bir şey demek.
- Yani Deniz insan ruhunun olgunlaşarak gelebileceği son noktaya gelmiş ve ötesine geçmiş öyle mi?
- Evet, sanırım Meryem öyle bir şeyi kast etti.
- O son noktayı geçtiğinde ışık oluyorsun öyle mi?
- Meryem'in dediklerine bakarsak öyle.
- Ve yine Meryem'in dediklerine bakarsak ışık olmak Yaradan ile birleşmek demek, yanılıyor muyum?
- Tam olarak bunu mu demek istedi bilemiyorum. Ama tüm konuşmadan şunu anladım, Deniz bizi terk etmedi. Kendi isteği dışında bir yere gitmedi. Şu an harika bir yerde ve gerekirse oradan geri dönebilir. Fakat böyle bir beklenti içine girmek yerine biz kendi işimize bakmalıyız.
- Güzel. Ben de öyle anlamıştım.

Kısa süren sessizlikten sonra birbirlerinin yüzüne bakmayı başarabildiler. Konunun hassasiyeti ikisinin de pembeleşmiş yanaklarından okunabiliyordu. Bunca zaman boyunca aralarında, yıllardır söze dökülmemiş duygulardan oluşmuş kalın bir duvar vardı. Şimdi birinin bu duvarı yıkması ve diğer tarafa geçmesi ihtimali ikisinin de garibine gidiyordu.

Beden dilleri, ikisinin de bu akşam bu konuyu daha fazla zorlamak istemediklerini belli ediyordu. Bir süre havadan sudan konuşuyormuş gibi yaptıktan sonra Bora odasına gitti ve hayatının so 20 yılını gözden geçirdi. Ayça da o gece yatağında tavanı izlerken aynısını yaptı.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Kulenin Hanımı XII

Aralarında uzun süren bir sessizlik oldu. Şu dakikada ne denebilirdi ki? Sonunda Bora konuyu değiştirmeye karar verdi:

-Meryem, çok merak ediyorum. Sen ve Deniz, bütün bunları nasıl bilebiliyorsunuz? Yani mesela biz neden bilemiyoruz? Farkımız ne?
-Deniz bir tür yükselmiş üstattır. Tekamülündeki son noktaya geldi. Işık oldu, yani Tanrı ile bir oldu. Son yaşamında öyle bir noktadaydı ki evrende olup biten her şeyin farkındaydı. Kendini tamamen bilmişti. Bu yüzden dünyaya bir daha gelmesi gerekmeyecek. Yine de olduğu yerden hala ihtiyacı olanlara rehberlik yapabilir. Ayrıca şu an Yaradan'ın bir parçası olarak OL derse her şey olur. Yani bir gün Yaradan'ın planına uygun olarak bu dünyada fiziksel bedeniyle yeniden ortaya çıkabilir.

Ayça Meryem'i büyük bir merakla dinliyordu.
-Ya sen? Sen de onun gibi misin?
-Hepimiz onun gibi olmaya doğru evriliyoruz. Ama ben daha ziyade sizin gibiyim. Buradaki son görevlerim bunlar. Bittiğinde birlikte ışık olacağız.
-Bu görevi sana kim veriyor? Nasıl biliyorsun?
-Yıldızlarda okuyorum. Ruhlar anlatıyor. Deniz anlatıyor.

Ayça'nın merakı gitgide artıyordu:
-Bize hikayeni anlat Meryem.

-Çocukluğumdan beri rüyamda Meryem Ana'yı görürüm. Bana mesajlar getirir. Rüyalarımda bana hediyeler verirdi. Koyu mavi bir göz verdi ki alnımın ortasına yerleştirip görünenin ardındakini görebileyim. Yıldızların bilgisini verdi ki olanları ve olacakları orada okuyabileyim. Bana dişil bilgeliğin sırlarını verdi ki onları koruyup gerektiğinde aktarabileyim. Rüyadaki bu hediyeler zamanla hayatımda tezahür etti ve ben O'nun bir müridi ve rahibesi oldum. Meryem benim adım değil, bulunduğum makamın adı. Asıl adım Neşe.
-Hz İsa'nın annesi olan Meryem Ana'dan mı bahsediyorsun?
-Evet, fakat ondan bir insan olarak değil, bir enerji olarak bahsediyorum. Meryem Ana ve İsa birer semboldür. İkisi de içimizdeki Tanrısal Işık'a bağlanmamız için bize rehberlik eden enerjiler. Ben şu anda o enerjiyi yüksek boyutlardan buraya taşıyan kişilerden biriyim. Dünyanın her yerinde pek çokları vardır. Bir sürü Bilge Kadın yıldızları izlerler, şifa dağıtırlar, ışıklarını yayarak Dünya'yı daha güzel bir yer haline getirirler. Hepsi Hanımımız'ın onurunadır. O'na kendi aramızda Mari Migdala deriz. Yani Kulenin Meryem'i.

Ayça Meryem'in lafını kahkaha ile böldü.
-Şimdi kule sevdan anlaşılıyor. Bu Mari Migdala, Mecdelli Meryem olmasın sakın! Kule ile ne ilgisi var ki onun?

Meryem şefkatle ışık saçan gülümsemesini yüzünden hiç düşürmüyordu:
-Mecdelli Meryem diye biri yok. Mecdelli Meryem bizim kim olduğumuz değil, ne olduğumuzu anlatan bir ad. Mecdel sözcüğü kadim dilde "Migdal" demektir ki o da "Kule" olarak dilimize çevrilir. Biz Kule'nin Meryem'leriyiz, yani Kule'nin Hanımı'nın müritleriyiz.
-Kule'nin Hanımı da Meryem Ana, değil mi?
-Evet O. Meryem Ana olarak bildiğimiz varlık, bizim bilgeliğimizin özüdür. Meryem Ana deyince İsa'nın annesi olan kadın akla geliyor; oysa ki bu bilgi Hristiyanlık'ın dışındadır. Hristiyanlık'tan hatta Musevi'likten bile çok daha önce vardı. Tarih kadar, kadınlar kadar eskidir. Kaynağı Mezopotamya'dır.

Bora gülümsedi:
-Ne garip, bu evde de kule var. Bu evi seçmen tesadüf değildi o halde.

-Hayır, hem de hiç değildi. Evdeki kule de Meryem'in onuruna yapılmıştı. Bu evin sahipleri de size anlattığım bilgiye vakıftılar. Onlar da Hanımımız'ın takipçileriydi.

Ayça Meryem'in gizeminin çözülmesinden son derece memnundu. Kızın anlattıkları hoşuna gitmişti. Meryem'in bahsettiği "enerji"yi algılayabiliyor, anlayabiliyor olduğunu fark etti.

-Odamdaki kuleyi dilediğin zaman kullanman için sana izin veriyorum, Meryem. Artık buraya gizli gizli girmek zorunda değilsin.

"Gizli gizli" sözcüklerini duyan Bora'nın Meryem'e ters bakışlarını fark edince iki kadın kıkırdadılar.

Meryem oturduğu sandalyeden yavaşça kalktı:
-Ben sizi yalnız bırakayım. Belki "ikiz alev" neymiş ne değilmiş keşfetmek istersiniz.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Kulenin Hanımı XI

-Öte Dünya'ya gitmiştin.

Ayça ve Bora, Meryem'in sesini duyunca yerlerinden sıçradılar. Bora aksi aksi çıkıştı:
-Ödümüzü kopardın. Ne zamandır oradasın?
-Şimdi geldim. Eşyalara o kadar dalmıştınız ki geldiğimi duymadınız. Nihayet doğru soruları sormaya başlamışsınız.
-Sanırım bizi bu konuda bilgilendireceksin.
-Elbette.

Ayça merakla sordu:
-Öte Dünya nedir, Meryem?
-En basit ifadeyle, görünenin ötesindeki dünyadır. Evren sonsuz boyutludur fakat gözlerimiz bu sonsuzluğun içinde sadece üç boyutu algılayacak şekilde ayarlanmıştır. Görebildiklerimizin ötesinde bir sürü alem vardır. Öte Dünya dediğimiz şey aslında sonsuz öte dünyadan sadece biridir. Komaya girdiğin gün, Deniz'in peşinden gitmeyi can-ı gönülden istemiştin. Ama önce bu dünyadaki görevlerini bitirmen gerekiyordu. Bu yüzden Evren seni bir tür hızlandırılmış çalışmaya aldı. Deniz "Işık" olurken ortaya çıkan enerji girdabı seni daha yüksek boyutlara çekti. Bunun sonucu olarak bu dünyayı algılayamaz oldun. Aylarca yüksek alemlerde gezindin. Başka yaşamlarda halletmen gereken bir çok işi oralarda hallettin. Böylece geri döndüğünde sadece burada yapman gereken çok az şey kalacaktı. O görevleri de tamamladığında sen de Deniz gibi bu yaşamda Işık olabilecektin.

Ayça'nın kafası karışmıştı:
-Sormak istediğim o kadar çok şey var ki.
-Hepsi için vaktimiz var.
-Mesela, eğer komada olduğum süre içinde başka bir yerdeysem neden o yeri hatırlamıyorum?
-Yüksek boyutların bilgilerini buraya zihninle taşıyamazsın. Zihnin orada olanları hatırlamaz. Ancak trans halindeyken o boyutları algılayabilir, hatırlayabilir ve oralarda iş görebilirsin.
-Bora aynı şeyleri yaşamadı. Eğer bu yaşamda Işık olacaksam o da benimle gelebilecek mi?
-Bora önceki yaşamlarında anlaşmalarını tamamlamıştı. Bu yaşama sadece sana eşlik etmek, yol arkadaşlığı yapmak için geldi. İkiz alevler son enkarnasyonlarında bunu sık sık yaparlar.

Konu birden Bora'nın ilgisini çekmişti:
-İkiz alev mi dedin? Yani ru eşi gibi bir şey miyiz biz?
Meryem şefkatle gülümsedi:
-Bunu bu tarihe kadar anlamamış olmanıza şaşırıyorum. Aslını istersen ruh eşinden biraz daha fazlasısınız. Bu iki kavram sıkça karıştırılır. İnsanın her yaşamda en az onbeş tane ruh eşi olur. Bunlar anlaşmalarınızı yerine getirmenizi sağlayan ruhlardır. Hayattaki en büyük derslerinizi onlar aracılığıyla alırsınız Oysa ki kişinin tüm yaşamları boyunca sadece bir tane ikiz alevi olur. İkiz alevler çok önemli bir şey olmadıkça son enkarnasyonlara kadar birlikte doğmayı seçmezler. Genelde biri daha yüksek boyutlardan öbürüne yardım ve rehberlik eder. Herkesin kendisini öte alemlerden destekleyen bir ikiz alevi vardır fakat insanlar çoğunlukla bunu fark etmezler. İçlerinde büyük bir tamamlanmamışlık ve özlem duygusuyla yaşarlar, kendilerine rehberlik eden o sesin "içlerinden gelen bir ses" olduğunu düşünürler. Ruh yaşam oyununda olgunlaşıp artık oyundan çıkmaya yaklaştığında İkiz Alevi ile bu dünyada birleşir. Oyunun sonunda olan budur.

Bora da Ayça da ayak parmaklarına kadar kızardıklarını hissettiler. Çocukluktan getirdikleri kardeşlik ilişkisini korumak için bilinçli olarak uzak durdukları bir konu, önlerine açılmıştı. Artık kaçacak bir yer yoktu. Pek yakında, birbirleri için yaratıldıklarını kabul etmek zorunda kalacaklardı.

11 Ağustos 2011 Perşembe

Kulenin Hanımı X

Bugün

Ayça'nın odasında duran açılmamış kolileri açıyorlardı. Ayça kişisel eşyalarını dolaplara yerleştirirken Bora da üçüne ait olan günlükleri, kitapları, albümleri, tabloları ve incik boncuğu ayırıyordu. Bazen rastgele bir günlük sayfası açıp bir şeyler okuyordu. Ayça, Bora ve Deniz birbirlerine o kadar yakındılar ki günlükleri için bile aynı defteri kullanırlardı. Tüm bu koliler yıllardır beraber yazdıkları onlarca anı ile doluydu.

-Bak bu en az 18 yıllık.

-Oku bakayım herhangi bir yerinden. Ben hatırlarım şimdi onu.

-Yunuslardan biri hastalandı. Biri onu zıpkınla vurmuş. Deniz süper güçlerini kullanarak onu iyileştirecek. Bunun gece ay batarken yapılması gerekiyormuş. Bu yüzden gece yarısı tekneye kaçacağız. Fenerlerimizi, mumları ve battaniyelerimizi hazırladık. Ev halkının uyumasını bekliyoruz.

Ayça kahkahayı bastı.

-Film gibiydik Bora ya. Çocuklar yunusları sadece su parklarında görebilirken biz bahçede besliyorduk.

-Bak başka bir şey buldum. Bu daha yeni:

"Okulda hiç sevilmiyoruz. Bizden ödleri kopuyor. Geçenlerde bir grup 11. sınıfı bizim hakkımızda ileri geri konuşurken yakaladık. Neymiş kedi kesiyormuşuz. Kan içiyormuşuz. Yok artık! Gotik bile giyinmiyoruz. Nereden çıkarıyorlar bunları? Neyse daldık aralarına. En çok öten çocuğun gözlerinin içine baktım. 'Bak seeen, kedi kestiğimizi söyleyen arkadaş bundan tam 7 yıl önce bir kedinin ayağına taş bağlayıp suya atmış. O kedilere işkence yaparken biz sokak kedilerini eve alıp besliyorduk.' dedim. 'Ben öyle bir şey yapmadım' demeye kalktı. 'O halde bunu yaparken yanında bulunan arkadaşları Ayhan ve Tamer'e soralım yapmış mı yapmamış mı?' çocuğun yüzü bembeyaz oldu. Bana cadı diye bağırdı. 'Bir daha sakın arkamızdan konuşma. Yoksa seni bir kediye çeviririm.' diye kapattım konuyu. Üç katım büyüklüğünde olmasına rağmen çocuğun benden ödünün koptuğuna yemin edebilirim. Yüz ifadesinden anladığım kadarıyla bir an için bunu gerçekten yapabileceğim ihtimalini göz önüne getirdi. Deniz'le Bora arkamda kıs kıs gülüyorlardı. Deniz 'Rahat bırak çocuğu!' diye seslendi. Kahkahalar atarak oradan uzaklaştık.

-Yaptığım işe bak. Gerçekten de cadıymışım.

-Kolay kolay sinirlenmezdin ama bir kez tepen attı mı Deniz'den beter oluyordun. Bir keresinde Deniz'in bile senden korktuğunu hatırlıyorum.

-Saçmalama. Ne zaman?

-Babanı Sevilay'la tanıştırdığı zaman.

-Niyetinin ne olduğunu anlayamamıştım. Hala daha anlamıyorum. Babamın orospu çocuğunun teki olduğunu biliyordu. Annesini boşayıp Sevilay'ı alacağını biliyordu. Ama benim bildiğim tek aile Deniz ve Sevgi Anne'ydi. Ya onlar giderse, ailesiz kalırsam diye çok korkmuştum. Bir an Deniz'in artık beni istemediğini, Sevgi Anne'yle çekip gitmek istediğini düşündüğüm için delirdim. Neyse ki korkularım boşa çıktı. Babam gidip Sevilay'la evlenirken bana kendisiyle gelip gelmeyeceğimi bile sormadı. Ben onunla gitmek istemiyordum ama o da beni istemiyordu zaten. Ben de Sevgi Anne'nin evinde kalmaya devam ettim.

-Belki de Deniz babanı birlikte yaşadığınız evden tamamen çıkarmak için böyle bir şey yapmıştı. Onun nasıl düşündüğünü nereden bileceğiz. Ama her nasıl düşündüyse hepimizin iyiliğini düşündüğüne eminim.

-Ben de öyle.

Bora bir fotografa bakarak dalıp gitti. Ayça'nın "O ne Bora?" diye seslendiğini bile duymadı. Ayça, Bora'nın neye baktığını merak etmişti. Yapmakta olduğu işi bırakıp Bora'nın yanına gidip oturdu. Omzunun üstünden fotografa baktı. 7-8 yaşlarındaki halleriydi. Bahçedeki salıncakta üçü birden uyuyakalmıştı. Kedi yavruları tepelerinde geziniyordu. Fotografı Sevgi Anne çekmişti.

-Ne güzeldik Ayça. Son bir yılda Biz'i o kadar özledim ki. Deniz'in gidişini, senin komada oluşunu kabullenemedim bir türlü. Biliyorsun Deniz'in bedenini asla bulamadılar. Bir gün bir yerlerden çıkıp geleceğini, senin de o gün iyileşeceğini hayal ettim hep. Ama olmadı. Her gün hastaneye seni ziyarete geldim. Seni o halde görmek o kadar acı vericiydi ki. Gözlerin sonuna kadar açık, fakat hiçbir şey görmüyorsun. Gecelerce seninle konuştum ama orada değildin. Doktorlar teşhis koyamıyorlardı. Bu durumun ömür boyu sürebileceğini söylüyorlardı. Yavaş yavaş delirmeye başlamıştım. Sonunda Sevilay'ın sözünü dinleyip buraya kaçtım. Sana her gün o baktı biliyorsun değil mi?

Ayça başını salladı.

-Her gün beni arayıp durumunu anlattı. Ben dahil herkes senden umudu kesmişti ama o hep senin iyileşeceğine inandı. Ben çoktan senin yasını tutmaya başlamıştım. Ama o hiç vaz geçmedi. İyileştiğini söylediği gün inanamadım. İlk uçağa atlayıp yanına geldim.

-Gözlerimi açtığımda önce Deniz'le seni sordum. Deniz'in gittiğini biliyordum, gözlerimle görmüştüm ama hala bir umudum vardı. Bilirsin insanları şaşırtmaya bayılır. Yeniden yaşama döner, bir yerden çıkıp gelir diye düşünüyordum ama onun öldüğünü söylediler. Kalbime bıçak saplanmış gibi oldum. Bir yıllık komanın ardından hissettiğim ilk şey bu acıydı. Sonra senin yolda olduğunu, geleceğini söylediler. O zaman içim rahatladı. En azından sen iyiydin.

-Ayça, sen hastanedeyken tam olarak ne oldu? Yani gözlerin açıktı ama bilincin yerinde değildi? O zamana dair herhengi bir şey hatırlıyor musun?

-Hatırlamıyorum Bora. Ben o sırada orada değildim?

-Peki neredeydin? Bence bunu öğrenmeliyiz. Bu şey neden oldu, bir daha olur mu, bunları bilmeliyiz.